Bilinçaltımda beş çayı?

En son 2009da yazmışım. Şuanda saat 05:14. Gecenin bir yarısında kabus gördum, uyandım ve bir anda "bunu bloga yazman gerek" dedi içimden bir şey bana. Evet, neredeyse 5 sene sonra size kabusumu anlatmak için bir post yapıyorum. Vay be, nerelerden nerelere. Neyse oraları, buraları yakında anlatırım belki. Şimdi sizlere muhteşem bilinçaltımin kapılarını açıyorum. Lütfen mantık aramayın, çünkü bu bir rüya.

Sanırım İremlerin, Karabükteki evleri uyandığım yer, ama tam olarak da değil. Bir apartmanın en alt katı, arkası bahçe ama apartman boşluğu gibi, aydınlık ve güneşli bir yer değil. Bir ses geldi sol taraftan. "Röaaaa" gibi bir şeydi. Dönüp baktım normal olarak. Bir kız ellerini kaldırmış ileriye doğru, ağzı açık, suratı yara bere içinde, kıyafetleri pis ve ağzından salyalar akıyordu.

O kadar korktum ki, ne yapacağımı sapıttım, kız yaklaştıkça onun aslında, daha önceden bana aşk temalı mesajlar atan eski çalıştığım şarkıcının hayranı Mürvet olduğunu farkettim. Eve girdim ama zombie (bundan sonra "zombie" olarak bahsedilecektir) hala peşimdeydi. İnanılmaz korkuyordum. Evin içinde sıkıştım. Son çare olarak zombieye saldırdım. Yumruk ata ata evden attım dışarı. Ama o şuan hatırlamadığım şeyler söyleyerek beni duygusal tarafımdan vurmaya çalışıyordu. Olayın gerçekdışı olmasının bile farkında değildim. Kızı camdan, eve girdiği bahçeye attım. Atarken hala yumruk atıyordum. Biri şaka yapıyor olsaydı bu kadar yumruğa bir açıklama yapardi diye düşünüp daha da korktum üstelik. Neyse ki evden atmıştım ve güvendeydim.

Sonra Ahmet ve İrem beni almaya geldiler sanırım arabayla, çünkü bir sonraki olay arabada oldu. Arabayla 5000 evler yolunda giderken (neden 5000 evler yaa :S ) arabayı polis-asker görünümlü birileri durdurdu. Benim aşağı inmemi istediler. İndim ve beni hemen yan taraftaki binaya soktular.

Binaya girerken Mürvet'i gördüm. Bana bakıyordu. Sanki içinden "boku yedin Mirac" diyordu. Makyajını çıkartmıştı. Yüzüne bakıp "özür dilerim" diyebildim. Beni bir odaya soktular. Sorguya aldılar. Dediler ki "biz greenpeace falan gibi sosyal bir örgütüz ve insanların toplum içerisinde yaşadıkları ekstrem durumlar karşı ne tepki verdikklerini ölçüyoruz, seni de denedik ve sen şiddet göstermeyi ve zarar vermeyi seçtin.". Ben şok oldum. Bana, davamın Yünanistanda Girit adasında Heraklion şehrinde görüleceğini söylediler. Bunlar dava falan diyorlar ben de bi kızı baya yumruk ata ata dövdüm boku yedim ben diye düşünürken şöyle bir cümle kurdum. "Siz türk polisi değilsiniz ve beni türkiyede tutuklama hakkına sahip değilsiniz.". Bu bilginin gerçekle alakası var mı bilmiyorum ama o kadar inanarak söyledim ki karşımdakiler, hassiktir biliyormuş yünanistana götüremeyeceğiz ve tutuklayamayacağız tarzı hareketler yapmaya başladılar. Topluluğun başı olduğunu tahmin ettiğim kadın döndü ve "ama para cezası verebiliriz" dedi. Ben içimden sevinç çığlıkları attım. Hemen sordum "ne kadar ödemem gerekiyor" diye. O sırada arkamdan Mürvet geldi. Kadına "Bige hanim bi bakar mısınız?" dedi. Ben içimden "neee bige mi bu ben bu kadını tanıyorum, tolganın arkadaşı" dedim. Bige bana döndü, "bütün maaşını bu arkadaşa vermeye ne dersin" dedi. Veremem dedim. Ben aile bakıyorum nasıl geçineceğim dedim. (Ne ailesiyse) ne kadar verebileceğimi sordu. Bu sırada elimdeki telefonda zombienin bana saldırı videosunu göstermeye çalışıyordum. Bigeyle özel konuşmak istediğimi söyledim. Herkes dışarı çıktı. Elimdeki telefonla birlikte anlatmaya başladım. "Ben seni tanıyorum, Tolgalar falan bi gece asmalıda takılmıştık hatırladin mı? Sen yerimde olsan ne yapardın bir düşünsene, uyanıyorsun ve bir zombie sana saldırıyor! Ben topluma zararlı ve insanlara durup dururken saldıran birisi değilim. Lütfen bırakın beni gideyim" dedim. Düşündü, gözlerini devirişinden bana hak verdiğini düşündüm. Odadan çıktı, ben de ardından çıktım. Çıkmama izin verdiler mi yoksa kaçtım mı acaba diyerek binanın girişine yöneldim. 

Bir kaç kişi vardı binanın girişinde ve onların arasından kuzenim Cereni gördüm, galiba burası bir üniversite kampüsüydü ve Ceren çok kilo almıştı. Birileriyle konuşuyordu ve beni görmemişti. Yanına gittim elinde Noggerların 10lu paketinden vardı. (Nogger da en sevdiğim dondurmadır bu arada) Bi tane aldım ve yerken yanındaki koltuğa oturdum. Konuştuğu kişiler Melek Teyze ve oğlu, çocukken en yakın arkadaşım olan Çağlardı. Nasıl olduklarını sordum. Melek Teyze iyiyim dedi, Çağlar işte 13 kişinin içinde kendimi göstermek için çırpınıyorum temalı, kötü bir espri yaptı yüzüme bakmadan, galiba hala futbol oynamaya devam ediyordu (futbol takımı 11 kişi biliyorum ama 13 dedi napim?). Ceren bana sömestre tatilinde geldiğimden bahsetti, "gelmedim ki" dedim, "gelmişsin gelmişsiiiin, cansudan duydum" dedi, o noggerın tadına varamadan uyandım. 

Flashmob

Ne? Flashmob ne demek bilmiyor musun? Cık Cık Cık. Wikipedia der ki; A flash mob (or flashmob) is a large group of people who assemble suddenly in a public place, perform an unusual action for a brief time, then quickly disperse. Yani bir grup insanın beklenmedik bi anda halka açık bir yerde alışılmadık şeyler yapıp ardından kaybolmasıdır. Daha önce eminim ki çoğunuz Micheal Jackson Tribute ü izlemişsinizdir... Ama Flashmob bununla sınırlı değil. Bana kalırsa en başarılılarından birisi New Yorkda Grand Central Station da yapılanıdır. Bir saat belirlenir, istasyonda buluşulunur ve herkes o belirlenen dakikada donar. Tabi bundan haberi olmayan diğer insanlar şoka girerler... Ama bugün sizinle paylaşacağım video bu değil... Umarım bunu da taksim de yapmaya çalışmazlar...



Ha bu arada NYdaki videoyu merak ediyorsan. TIKLA

O.H.A.

Millet olarak ne kadar yaratıcı olduğumuzu tekrar belirtmeme gerek yok sanırım.

Lütfen sırayla izleyiniz.



300 KM

Herkesin geçmişiyle ilgili küçük yaraları vardır. Geçmişteki insanlar, olaylar küçük ama derin izler bırakmıştır. Bir koku duyarsınız, onunla yaşadığınız güzel anılarınız aklınıza gelir, bir şarkı duyarsınız birlikte geçirdiğiniz bir gün, hiç ummadığınız bir anda bütün düşüncelerinizi egale eder. Bu küçük şeyler birikince insanın kendisini kötü hissetmesinden başka hiç bir işe yaramazlar aslında... Çünkü hepsi çöptür, kullanılmıştır, fırlatılmıştır. Sadece yerine yenisini koymadığınızdandır bu kötü hisler.

Çoğu insana çok tuhaf ve cesurca gelebilecek bir şey yaptım. Bastım gittim. 300km. Gittiğime pişman mıyım? Hayır. Ama nedeni gitme amacımı gerçekleştirmem değil. Burası biraz günümüz dizisi "Ezel" gibi olacak sanırım ama bunu söylemek zorundayım. "Siz hiç tek bir gecede bütün geçmişinizden, onların haberi bile olmadan, intikamınızı aldınız mı? Ben aldım." Hiç kafanda öyle kirli şeyler oluşmasın. Çok saf ve masumcaydı.

Olay şöyle gelişti. O gittiğim minicik çift katlı evde şirin evde çalmaya değer hiç bir şey bulamadık. Aklıma telefonumdaki SD card geldi. Çıkarttım Dvd playera taktım. Herşey çok güzeldi. Biralarımız, çerezimiz, güzel karanlık bir ev, yolun karşısındaki evlerin ardında olduğunu bildiğim ve bana huzur veren bir deniz... Her şey mükemmeldi. Ve o anda çok tuhaf bir şey oldu. Beni öptü... İşte o anda hissettiğim şeyi hayatım boyunca hissetmemiştim. Bu aşk değildi... Sevgi vs hiç değildi. Bu intikam almanın verdiği hazdı... İntikam soğuk yenen bir yemektir diye kim demiş bilmiyorum ama benimki sıcaktı...

O an çalan bütün şarkılar tek tek yerli yerine ulaştı... Yanımda aslında SD card değil, yaralarımı taşıyormuşum. Belki, Hyperballad, Man is the baby ve belki şuanda hatırlayamadığım diğerleri... Teşekkür ederim... Duygularımı yoğun yaşadığım günlerde verdiğiniz hisler için değil, intikam alırken verdiğiniz haz için...

Sansüre Sansür!!!


“Sansür, bir toplumun kendine olan güvensizliğini yansıtır ve otoriter rejimlerin belirgin bir özelliğidir." Potter Stewart


Yay! Hareketine Katılın!

Yorum Farkı ; Crazy in Love

Ljósið

Koş hemen eline yoga, meditasyon bilimum iç huzur sağlayıcı kitabını al... Biraz oku, sonra alttaki videoya tıkla, niravanaya ulaş... Cennetten yer satıyorum uleen!

Parisienne YSL

En sevdiğim parfümler işte bu yüzden hep YSL

Bazen...

Eski ilişkiler, eski flörtleşmeler güzeldir.. En azından benim için güzel. Belki de düşündüğüm zaman hep iyi tarafları aklıma geldiğindendir... Bilmiyorum. Ama özlüyorum... Seni, onu, hatta en nefret ettiğimi bile özlüyorum... Elim telefona gidiyor, sonra duruyorum. Çünkü biliyorum ki o kadar zaman aranmamışsa, konuşulmamışsa gerçekten bir sebebi var... Durmayıp aradıklarımda hep bunu yaşayarak görüyorum zaten... Ama gerçekten bilmelisiniz ki hayatımda karşılaştığım, gördüğüm, dokunduğum hiçbir şeyi unutmuyorum... Hepinizi özlüyorum. Ama kafamdaki şekillerinizle, hep iyi yanlarınızla...

Lanetlenmiş Kadınlar

Diyebiliyorsan de bana, dehşetim, ruhum,
Yakışıksız, garip bir eylemde bulunduk mu?
Sen "meleğim!" dedikçe korkudan titriyorum,
Yine de dudaklarım gidiyor sana doğru.

Kalbimin sonsuza dek sahibi,
Kızkardeşim,artık tek düşüncemsin,
Öyle bakma yüzüme,beni yakacakları ateş ve cehennemim,
Günahımın ilki, ilk nedeni olsan bile

-"Kim söz edebilirmiş aşk varken cehnnemden?

Binlerce lanet olsun, o ilk hayalci kimse,
Lanet o budalaya, o dürüstlük satana,
Çözümsüz ve kısır bir sorunu benimseyip
Aşka dürüstlük denen saçmalığı katana!

Serin ile sıcağı, gündüz ile geceyi
Gizemli bir uyumda görmek isteyen bir kaz,
Bir işe yaramayan inmeli bedenini
Sevda denen o kızıl güneşte ısıtamaz!

Bu dünyada herkesin bir tek sahibi vardır!"
Çocuk birden acıyla haykırdı:
-"Duyuyorum,şu an tüm varlığımda, benliğimde derin bir
Uçurum açılıyor; kalbimdir bu uçurum!

Volkan gibi yakıcı -ve boşluk gibi derin!
Euménide’in, elinde meşale, kanına dek
Yaktığı bu ejderin, bu inleyen yüreğin
Kanmayan susuzluğu dinmiyor, dinmeyecek.

Kopalım bu dünyadan, perdeleri çekelim,
Dinlendirsin öpüşler yorgun yüreğimizi!
Derin göğüslerinde yok olmak, tüm dileğim,
Ve bulmak mezarların uzak serinliğini!"

-İnin, durmadan inin, ey acıklı kurbanlar,
İnin, sonsuz, ölümsüz cehennemin yolundan
Uçurumun dibine dalın, orda tüm suçlar
Kamçılanıp göklerden gelmeyen bir rüzgârla

Tek serin ışık sızmayacak mahzeninize
Ve işte, yarıklardan, sokak feneri gibi
Yanan kızgın mikroplar giriyor içeriye,
Korkunç kokularıyla kaplıyor gövdenizi

Yazgınızı kendiniz yazın, düzensiz ruhlar,
İçinizde kökleşen sonsuzluktan sakının!

-Dedi: "nedir düşüncen, ne dersin olanlara?
Hoyratça soldururlar, hippolyte, tatlı yürek,
İlk güllerin kutsal adağını o kaba,
O yaban soluklara asla sunmaman gerek.

Hippolyte, kızkardeşim, yüzünü bana dön sen,
Ruhumsun, her şeyimsin ve öteki yanımsın,

Kutsal merhem, çevir o yıldızlı gözlerini,
Bir tek bakışın bana yeter, ey tatlı bacım,
Daha loş arzuların kaldırıp perdesini
Sonsuz düşler içinde seni uyutacağım!"

Ofis!

Merhaba... Şuanda ofisteyim ve günlerden perşembe... Hani çarşamba olsa daha az yorgun olursun, cuma olsa yarın haftasonu diye daha enerjik olabilirsin ama ne yazık ki günlerden perşembe... Şuanda yazmamın tek sebebi sıkıntı! Dostum işteyim falan yani ve çok sıkıcı... Radyo olaylarına mı girsem diye düşünüyorum fekat sevdiğim radyo hep aynı şarkıları çalıyor 4 haftadır aynı şeyler baydı beni! pufff! Bilgisayarım da yok artık... Kendisi babamın şiddetine maruz kaldığından dolayı kendini iç dünyasına hapsetti ve artık açılmıyor. Dün gece pek sevgili dostum, kankam, sevgilim, müstakbel eşim İrish in doğum günü dolayısıyla Küçük beyoğlu civarlarında dostlarımızla biraraya geldiğimiz bir organizasyona katıldım. Püffff yok öyle bişi tabi. Küçük beyoğlunda içtik... Sooğra bitmek bilmeyen sarıyer yollarına kendimizi attığımızda tek hayalimiz aslında uyumaktı.. Ama eve geldiğimizde işler sandığımızdan çok farklıydı. Adeta dolabımız gibiydi. Uffff ıfhoşasfh Eve vardığımızda metrekare başına düşen insan sayısı 8 falandı. Bi posta da orada doğum günü kutlamaları yaşandı tabiii... Neyse ki ben bütün çılgınlığımla hatta crazyliğimle ben yatıyorum dedim. Yattım uyudum vs vs. Sabah duyduğum tek ses Mir*!/&+. Kalk saat 8 oldu!!! OMG Ahmet neler oluyor dedim içimden. Uyku sersemliğiyle ne denirse yaptım, üstüme dünden kalma şeylerimi giydim, tam çıkıyordum ki evden Ahmetciğim (sevgili Kayınpederim) düşüncelidir saolsun elime bir börek verdi. Yolda giderken onu yedim yada yemek istedim tadı bi garipti zira... Otobüs durağına geldiğimde önümden 3 adet otobüs geçti. Hepside benim gideceğim yerden geçiyordu fekat anlamsız bir şekilde binmedim, binemedim. Gerçekten bunu yapamadım. Nedenini bilmiyorum. Ardından telefonum çaldı, telefondaki şahısa da bir süre saçmaladıktan sonra gelen ilk otobüse bindim. Önceki gece İrish ben ters gidemiyorum dediğinde ne salaksın bunlar psikolojik işler vs vs diye hava yapmıştım ama hak verdim o anda. Acı bir şekilde hemde. Yaşayarak öğrendim adeta! Gelene kadar beynimin sümük kıvamına geldiğini ve bir yerden dışarı çıkmak istediğini farkettim! Neyse ki engel oldum sevgili okur. Neyse işte öyle bişeyler. Şimdi ofisteyim, sıkılıyorum...
Bu arada ofisi paylaştığım Sid kılıklı müdür yardımcısı Cengiz Kurtoğlu falan olaylarına girdi sanırım... Imm bu bina allaha şükürler olsun ki 15 katlı falan. Hakkınızı helal etmelisiniz... İyi geceler...

Bana bir iyilik yap!

Dear God,
I want you to do something... The problem is, you never hear my words when i say them from my heart. This time i am trying something different. I hope you like this mail and attempt to read at least. Please God! Take either his or my life. I can't live with him in the same planet. I saw so many people who hasn't got father. And i can feel that they are sad about this. Please god, i want to be like them! Please KILL HIM!

Thank you in advance.

P.s: Btw i'll appreciate if u sign the pic :)


The Silence Of The Lamb

Cock-and-Bull story

Bir varmış... Bir yokmuş... Dağların, denizlerin ardında bir toprak parçası varmış... O toprak parçasında bu zamana kadar hiç bişey yetişmemiş... Günlerden bir gün ilk defa bişeyler filizlenmiş... Etraftakiler heyecanla bakmışlar... İzlemişler... Gelişimine tanık olmuşlar... Ama ne yazık ki çok sonra farketmşler ki bu zararlı bir ottan başka bişey değilmiş... Çok zor olmuş topraktan onu söküp atmak... Yılların özlemi, beklentisi... Bir anda çöpe dönüşmüş...
Asıl önemli olan konu burası... Aylar sonra o zararlı ottan sonra aynı topraktan yine bişeyler filizlenir gibi olmuş... Toprak yarılmış... Bitki toprağın içinden kendini göstermiş... Aynı umutlar, aynı heyecanlar yaşanmış... Hatta daha fazla umut... Bu seferkini köklü bir ağaç olana kadar besleyeceklerinin hayalini kurmuş herkes... Ama bu bitki kötü bi şakaymış... Oradakilerden bir beklentisi olmadığını hatta aynı şekilde oradakilerin de kendinden birşeyler beklememesi gerektiğini belirtmiş...
Son olarak da herşeyin böyle olması gerektiğini üstüne basarak anlatmış... İyi geceler bile demeden tohumuyla birlikte yok olmuş...

p.s. Daha önceki yazılarımda şekerin hem çevreye hem de insana zarar verdiğini belirtmiştim... o yüzden No Sugar!

Yeşil-Temizlik

Daha önce de bahsettiğim doğaya zarar vermeyen, ucuz ev yapımı temizlik ürünü tariflerini açıklıyorum! Dütdürü düüü düdüüüüüüüü

Cam Temizleyicisi

Yarım ölçek su yarım ölçek beyaz sirke, koku için limon suyu veya çiçek yağlarını kullanabilirsiniz.

Fayanslar, Cam ve Aynalar için kullanılabilir.

Yer Temizleyicisi

Borax salt un ne olduğunu anlamadım :) bilenler için... büyük bir kovaya 1 kaşık borax tuzu koyup karıştırın.(ayrıca borax cilt ve ev temizliğinde çok faydalıymış) Çeyrek bira bardağı kadar sirke ekleyin. Karışıma biraz limon sıkın. Dilerseniz içine sabun, şampuan ekleyebilirsiniz. Off you go...

Ahşap Cilası

2 kaşık dolusu zeytin yağı ve yarım limon suyunu karıştırın. Ahşap zemine eski bir kumaşla uygulayın... Arıları cezbeden balmumundan nefret edenler için ideal.

Yüzey Temizleyicisi

Şampuan veya sıvı sabununuzu suyla karıştırıp 1-2 damla limon suyu veya bitki yağı ekleyip karıştırın, her yüzeye uygun bir temizleyici elde edin. Kullanacağınız kadar yapıp hepsini tek seferde bitirin ki koruyucu kullanmanıza gerek kalmasın...

Ruth's Ethical Guide To Cleaning e teşekkürü bir borç bilirim...

Saygılar...

Araştırıyorum!

Çok yakında size evde yapabileceğiniz temizlik malzemeleri tarifleri vereceğim... Evet bunu gerçekten yapacağım... Bunlar evdeki malzemelerle yapılacak olup aynı zamanda düşündüğünüzden çok daha fazla şeye yararlı olacak... Öncelikle cebinize,sonra doğaya,sonra da hayvanlar üstünde test edilmelerini önlemenize kadar gidebilir... Bu green-housework olayını heryere yayarsanız dünyamız deterjan atıklarından daha az tahribat görür... Bunun için eski kullandığınız deterjan kaplarına ihtiyacımız var... Onları atmayın... Yenilerini de almayın ;)

Voltaic!

Björk'ün bana doğum günü hediyesi... Şarkılar çoktan nete düşmüş olsa da dvdleri ve ekstraları çok merak ediyorum yahu...

Björk on iLike - Get updates inside iTunes

Yeni!

Ehm ehm... Evet... Başlıyorum...
Bugün geçmişi geride bıraktığım ilk gün... Bunu isteyerek yapabilirim... Ya da yapamam mı? En azından deniyorum... Duygusal olarak belki benim elimde değil... Ama fiziksel olarak yapıyorum... Herşeyi topluyorum bugün... Herşeyi... Ve hepsini koymak için ayırdığım çok sevimli bir çöp torbam var... Keşke seni de onların arasına koyabilseydim, hakettiğin yer orası çünkü... Bu akşam ki çöp arabasını kaçırmamam lazım... Hepinizin ezildiğini görmek için can atıyorum çünkü... Hoşçakal ezik, riyakar, iğrenç mayonezim... Demiştin ya "senin kadar basitleşmem" diye... Aslında sen kendi basitliğini farkedemeyecek kadar basitmişsin...


Çayını Şekersiz İç!

Dünya çöl olmasın... Ne alaka mı? Araştır öğren... Sadece tavsiye veriyorum sana burada! Çayını şekersiz iç... Çevreyi kurtar... Çok ciddiyim... İnanmazsan araştır... Bu da en saçma ama en green yazımdır... Çevreye duyarlı bir Mirroyum tamam mı? Greenpeace e üye değilim... çünkü onların öncelikleri benimkilerle paralel değil... Green Mirro Sevgilerini arz eder...

Bang!

Bang başlıklı bir yazının mutlu olmasını isterdim... Ama olmuyor. Evet dostum, bu yazı hüzünlü. Belki de biraz ağlak. Belki bu durumundan zevk alıyor ama emin bile değil. Şu anda bu yazıyı yazan adam bıkmış, sıkılmış. Yeni bir başlangıç istiyor. Yeni arkadaşlar, yeni bir çevre, yeni bir ülke...

Bu satırları yazmaya karar verdiğim an şöyle gerçekleşti. Turuncu zeminli, Sol anahtarı koltuğumda yatarken dışarıdan bir ses "BANG , BANG". Bu ses eskiden bana mutluluk verirdi. Yüzüm gülerdi. Artık aa havai fişek bile demiyorum. Cama bile çıkmıyorum. İçimden gelmiyor. Halbu ki eskiden en kötü anımda bile havai fişek patlasa, saçma belki ama, çok mutlu olurdum en azından gülümserdim. Tam o sesleri duyduğumda farkettim ki benim yazım gelmiş...

Derler ya insanoğlu hiçbir şeyle yetinmeyi bilmez diye. O kadar doğru ve o kadar lanet bir şey ki bu. Şükürler olsun herşeyim var. Eksiğim yok. Ama hala kendimi etkileyen nedenler bulabiliyorum. Geçen dönem belki tek derdim evimin uzak olmasıydı ama şimdi o yok başka bir şey var. O yüzden şunu bilin ki asla mutlu son yok! Belki eski mutluluklarla yetinerek ölmek var ama mutlu son yok. Çünkü mutluluğun maximum noktası yok. İsteklerin sonu yok. Dünyayı ele geçirsem eminim ki Ay ı ele geçirmek isterim.

Bilmiyorum ben miyim anormal ama ilişkilerde de kötüyüm. Arkadaşlık ilişkisi olsun, sevgili olsun hepsinde... Acaba aşk da mutlu sonlar gibi filmlerde olan bir şey mi sadece?

Ayrıca sıkıldım da bu adadan. İnsanlarından, etkinliklerinden, olaylarından, yapaylığından. Belki dönünce de aynı şeyleri yaşarım bilmiyorum ama yine de buradaki olay apayrı. Hayır insanlar suçlu değil. Suçlu olan benim. Gerçekten bilmiyorum. Yapmak istediğin hiçbir şeyi yapamayacağın bir yer burası sanırım. Kişisel gelişimden çok uzak biyer...Artık kendime bir şeyler katabileceğim bir yerde olmak istiyorum. Lütfen beni çekip alın buradan. Yarın ilk iş sahile S.O.S yazacağım. Görürseniz lütfen yardım edin...