AlternHayat

Çalışan bir ailenin çocuğu olmak zordur. Kısıtlı ilgi , kısıtlı alaka ve kısıtlı sevgiyle yetinmek zorundadır çocuk. Can bunu en iyi bilen hatta yaşayarak öğrenen bir çocuktu fakat bir yönden de çok şanslıydı. Çünkü annesinin , babasının göstermediği ilgiyi alakayı ona Ömer dedesi fazlasıyla gösteriyordu. Ne annesine düşkün ne de babasına düşkün bir çocuktu o. Ebeveynleri işten geldiğinde modu değişmez Ömer dedesini gördüğünde türlü şımarıklıklar yaparak ona olan sevgisini belli ederdi. Ömer dedenin ise 3 yaşındaki ilk ve tek torununa olan sevgisi çok farklıydı. Çocuğundan öte bir şeydi onun için Can. Canıydı bitanesiydi. Yıllarca çalışıp alın teriyle yaptırdığı müstakil evinin bahçesinde oyunlar oynar , zamanı geldiğinde de bahçedeki çiçeklerle ve bitkilerle oyalanırlardı. Can dedesinden çok şey öğrenmişti. Dedesi onun için hem anne hem de babaydı. Ama bir gün Can olan olaylara hiç anlam veremedi...

Herkes ağlıyordu. Hatta o dedikoducu karşı komşu bile. Ne oluyordu bu insanlara. Yoksa annem babam işten mi çıktı diye düşündü Can. Çünkü onları daha fazla üzebilecek bişey olduğunu sanmıyordu. Ama dedesi yoktu ortalıkta. Nerde acaba diye düşündü. Onun olmaması ona büyük güvensizlik veriyordu. Korktu. O da ağladı. Onu gören anne baba daha çok... Herkes daha şiddetli ağlıyordu artık...

Kocaman bir bahçeye gittiler. Ama Can daha önce böyle bir bahçe görmemişti. Bütün güzel çiçekler kocaman büyük beyaz saksılardaydı. Saksılarda işaretler vardı. Huzurlu bir yerdi... Yeşildi... Dedemde burada olsa diye düşündü... Bakındı ama bulamadı... Sonra arabadan indiler. Annesi bugün işe gitmeyip bu bahçeye götürmüştü onu. Ama yalnız değildiler. Yanlarında tanıdığı herkes vardı. Hatta daha da fazlası... Annesi kucağına aldı Canı. Yürüdüler bir süre. Daha sonra komşulardan biri aldı Canı. Kucaktan kucağa gidiyordu Can. Ama nedense kimse onun yere basmasına izin vermiyordu. En sonunda ağladı ve yere indi. Kalabalığın arasından annesinin bacaklarını gördü. Kalabalığı aşıp yanına gitti. Önlerinde koca bir çukur vardı. İçindede beyaz bir kumaş. Kimse içeri bakmıyordu herkes ağlıyordu. Bir ara o beyaz kumaşı sadece kendisi görüyor sandı. Annesine baktı , insanlara baktı. Hala ağlıyorlardı. Kumaşın üstüne toprak atmaya başladı bir amca. O sırada bir toprak parçası kumaşı hareket ettirdi ve kumaşın altından dedesinin yüzünü gördü. Ne yapıyordu bu insanlar? Annesine tekrar baktı. Hala ağlıyordu. Dedesine baktı ve gözünün açık olduğunu farketti. Dedesi ona baktı ve göz kırptı. Tam o anda toprak atan amca bir parça daha toprak attı. Artık göremiyordu dedesini. Neden gömmüşlerdi dedesini? Yoksa bu bir hayal miydi?

3 Gün geçmişti ama Can bu olayı hala anlam verememişti. Artık çevresine daha farklı bakıyordu. Ağaçlar çiçekler onun için daha bir değerliydi şimdi. Çünkü dedesi çok sevdiği bahçesi için daha önce birşeyler gömmüştü. Tıpkı onu gömdükleri gibi. Ama bir fark vardı... Tohumlar hareket etmiyorlardı...

Nazan hanımın ağlamaktan gözleri şişmişti. Ama artık toparlanması , uğruna çocuğunu ihmal ettiği işine dönmesi gerekiyordu. Her zaman giydiği krem rengi takımını giydi ve çıktı. Can ise uyuyordu. Bir bakıcı bulana kadar pek nazik karşı komşuları Şenay hanım ona bakımayı kabul etmişti.

Can uyandığında karşısında dedikoducu komşuyu görünce çok şaşırdı. Ondan hiç hoşlanmıyordu. Cana zorla yemek yedirdi ve oyun oynaması için oyuncaklarını yere koydu. Bu kadın neden sürekli televizyon izliyor diye düşündü Can. Neyse ki saatler sonra kalktı dedikoducu teyze. Televizyon izlemesi bir yana gördüğü şeyleri anlattığı birisi vardı sürekli telefonda. Son zamanlarda olan hiçbir şeye anlam veremediği gibi buna da anlam veremedi Can. Apar topar üstüne birşeyler giydirildi. Dışarı çıktılar. Sitenin bahçesine gittiler. Burada kaydıraklar , salıncaklar ve küçük bir çim alan vardı. Can asla oyuncaklarla oynamazdı. Hep çimlerin üstünde birşeyler yapardı. Kimseye zararı yoktu. Dedikoducu teyze biriyle konuşmaya daldığı sırada önündeki çimenin büyüdüğünü farketti. Bu o kadar küçük bir büyümeydiki bunu ancak onun kadar küçük bir insan farkedebilirdi. Yan tarafta sulanan ağaçlı yola baktı. Ağaçlarında uzadığını farketti. Etrafındaki çoğu şey büyüyordu. Bu işin içinde bir iş vardı ama neydi. Neler oluyordu. Önce dedesini toprağa gömmüşlerdi şimdi bitkilerin büyüdüğüne şahit oluyordu. O anda sulama sistemi çalıştı ve apar topar Canı aldı dedikoducu teyze...

Can'ın aklında binlerce soru işaretiyle tekrar parka gideceği günü sabırsızlıkla bekliyordu. Ertesi gün tekrar parka gittiler. Tekrar aynı yere oturdu. Bugün çimler biraz daha uzamıştı. Elindeki su matarasından yere biraz su döktü. Bir süre sonra çimler biraz daha uzadı. Bu normal olamazdı. Çimleri söktü, toprağı kazdı. Bir delik açtı ve aşağıda hareket eden birşeyler farketti. O anda sulama sistemi tekrar çalıştı. Dedikoducu teyze dünkünden biraz daha şiddetli bir şekilde onu yerden kaptı. Elleri çamurlu diye ona bağırdı. Halbuki dedesiyle bahçede oynarken elleri çamurlanınca ona hiç kızmazlardı. Neydi bu şimdi. Yapılmaması gereken bir şey mi? Yine anlam veremedi. Ama aklında düşündüğü çok daha önemli bir konu vardı. Toprağın altında hareket eden şey de neydi?

Sonraki gün uyandı. Kararlıydı. O deliği tekrar açıp ne olduğunu görmeliydi. Yemek yenildi. Oyun oynandı. Televizyon izlendi. Telefonla konuşuldu. Evet bütün rutinler bitmişti. Sırada parka gitmek vardı. O sırada kapı çaldı. Başka bir kadın daha gelmişti. Olamaz dedi içinden Can. Umarım parka gitmemizi engellemez. Ağladı. Huysuzlandı. Sonunda istediğini yaptırdı. Parka gittiklerinde tekrar yerini aldı ve plastik küreğiyle kazmaya başlamadan önce matarasından su döktü. Bekledi... Bekledi... Ve çimler uzamaya başladığı anda kazmaya başladı. Altta bir şey vardı. Hissediyordu. Deliği açtı, yüzünü yaklaştırdı...

Çoğu yaşlı yüzlerce insan çalışıyordu. Canla başla... Kimileri kovalarla yukardan damlayan suları topluyor, kimileriyse su akan yerdeki ipleri yukarı ittiriyordu. Beş altı kişilik bir grup ise yukardan su damlayan bir ağacın altına kütük parçası sıkıştırmaya çalışıyordu. Herkes inanılmaz bir çabayla çalışıyor, yorulmak nedir bilmiyorlardı. Ağaç kökünün altına yeni bir kütük silindiri sıkıştıran grup işini bitirmiş, işlerini başarıyla bitirmenin coşkusuyla 1 bardak su içiyorlardı.

O sırada Can tanıdık bir yüz gördü. Rüya değildi... Evet evet bu Ömer dedesiydi... Ömer dede suyunu içerken yukarıya doğru baktı ve torunun ona bakan gözlerini gördü. Ömer dede bir şey söyleyemeden diğerleride Canı farketti. Ömer dede diğerlerini başına topladı ve bir şeyler konuştu. Sanki bir şey için onları ikna etmeye çalışır gibiydi.

"Onuda alalım. Görüceksiniz... Çok zeki bir çocuktur." dedi Ömer dede diğerlerine. Bu tarafa yeni gelmişti ama kısa zamanda herkes tarafından sevilmişti. Ondan zarar gelemeyeceğini herkes biliyordu. Ama ya bu küçük sıralarını diğer taraftakiler öğrenirse... İşte o zaman bu onlar için son demekti. Çünkü başkanla böyle anlaşmışlardı. Onlara verilen bu ikinci şansı kimse tepmek istemezdi... Fakat Ömer dede çok ikna edici konuştu ve sonunda herkesi ikna etti. Artık Can da onunla olcaktı. Tam bir haftadır göremediği torunu artık onunla olacaktı. Hem de sonsuza kadar.

Ömer dede yukarı baktı. Canı yanına çağırdı. Diğerleri Canın üstünde durduğu destekleri kaldırdılar ve Can aşağı düştü. Ama hiç canı yanmadı. Dedesine sarıldı sımsıkı. Aşağıdan yukarısı çok yüksek görünüyordu. Dedesi ona "burada öğreneceğin çok şey var" dedi. "Mesela artık yemek yemen gerekmeyecek" dedi. Can şaşırdı. "Hatırlıyormusun bahçede yaptığımız şeyleri" dedi Ömer dede. Can kafa salladı. "Biz burada insanların dünyada yaşayabilmeleri için çalışıyoruz. Soyumuzun devamı için..." dedi. Etrafta koca yeşil ip ruloları vardı. "Bunlar ne?" diye sordu Can. "Onlar fotosentez yapabilen ipler" dedi dedesi. "Çimleri hatırlıyor musun?" dedi. Canın cevap vermesine fırsat vermeden "İşte onlar bu iplerden yapılıyor... Bize yaşamamız için kaynak verdikleri yere bizde karşılığında onların yaşayabilmesi için bu iplerden veriyoruz... Onlar kaynağa devam ettikleri sürece uzatıyoruz. Böylece onlar da hayatta kalıyor biz de... Tabi biz buraya hayat demiyoruz... Buranın adı Cennet...." dedi. Canın kafasında uçuşan her şey artık yerine oturmuştu. Hayatın bütün döngüsünü çözmüştü... Hatta çözmekle kalmayıp , bir parçası da olmuştu...

0 yorum: